Daha ne kadar çoğalacak?

Genel bilgilerim tabii ki vardı, biraz daha derince inceleyeyim istedim. Nasıl bir şey bu Marmaray Projesi?

Önce ihata edeceksin, sonra o geniş çerçevedeki meseleleri tek tek düşüneceksin. “Çıkamadım işin içinden” desem yeridir.

Bugün İstanbul’un nüfusu 5 milyon olsaydı, bunlara ihtiyaç duyulur muydu? Asıl mesele bu. Bence duyulmazdı. Delik deşik etmeye lüzum kalmadan tatminkâr bir dengeye kavuşturmak hem mümkün hem kolay olurdu.

İstanbul 7 tepe, suriçi için söylenmiş. Aslında 77 tepe! Hem de yumuşak ve duyarlı tepe. Tarihsel dokusu olan bir deniz şehri… Birinci derecede ve beklentili bir deprem bölgesi… Yani özel bir ciddiyete ve nezakete sahip.

Bir hasta çok yönlü bir ameliyata alınırken genel durumuna şöyle bir bakılır. Yaşı, duyarlılıkları, alerjileri, bağışıklık sistemi, kalbi, ciğerleri, zaafları düşünülür, değerlendirilir. Komplikasyon ihtimalleri dikkate alınır. “İstanbul’un genel tarihi, coğrafî-jeolojik-kentsel yapısı böyle bir projeye uygun mudur?” sorusu, başlıbaşına bir derin düşünce konusudur.

Discovery’nin hazırladığı programı seyrettim. Çok güzel yapılmış. Akıl almaz teknolojik işlemlerle dopdolu. Hayretle ve hayranlıkla seyrediyorsunuz. Dev parçalar üretilip denizin dibine indirilerek birleştiriliyor.

Ortada bir proje değil, bir “projeler manzumesi” var. Bu manzumenin bütünlüğü bile ayrı bir proje konusu. Hangi konuda ve meselede kimler nasıl karar verecek? Hepsinin üstünde nasıl bir “merkezî beyin” oluşturulacak? Henüz anlayabilmiş değilim. Böyle biri görünmüyor. Sadece kurum adları var.

Bir mimar, inşaat mühendisinin bildiğini aynen bilmez; ama genel teknolojik ve maddî imkânlar hakkında fikir sahibidir. Böyle bir projede, tasarlayıcı ile uygulayıcı bilgilerini nasıl bir araya getireceksiniz? Bu sık yapılan bir iş değil ki, dünyada bile birkaç örneği var; üstelik bu hepsinden de daha farklı ve daha zor. Mesela diğerleri bu kadar derin değil. Bağlantı projeleri de bizdeki kadar karmaşık ve problemli değil.

Bir hayret ve kısmen de tereddüt hali içindeyim. Çok enteresan olanlar, aynı zamanda çok caziptir; fakat acaba rasyonel midir? Muhtemel riskler üzerinde çok düşünmek, çok cazip işlerde genellikle bazı ihmallere yeterince açık durmaz ve bu psikolojiden arınmak kolay değildir. Dediğim gibi, İstanbul 5 milyonda stabil olabilseydi ben bu projeyi uygun bulmazdım. Üçüncü, dördüncü köprüyü ister, bunu istemezdim.

Belli başlı meydanların trafiğe kapatılması ilk nazarda hoş geliyor. Fevzipaşa Caddesi’nin bile trafiğe kapatılması konuşuluyor. Trafiğin olmaması, Menderes döneminin Beyazıt Meydanı’nı bozan yegâne “negatif imar” uygulamasıydı. İki tarafından tramvaylar geçen havuzlu meydan; şifasız bir çirkinliğe maruz kalmıştı. Ağaçsız, trafiksiz beton blok boşlukları insanın güven ve estetik duygularını zedeler. Beyazıt’ta öyle olmuştu. Güzel olan, trafiksizlik değil, akan bir trafiktir.

… İstanbul 15 milyona yakın ve Türkiye’nin beşte biri! Normal mi bu? İlerlemeye devam eden bu anormalliği, normal bir dengeye kavuşturmak, mümkün mü? Yerin üstünde yarım asırlık yorgun konutlar, ruhsatsız iskânsız yapılar, varoşlar, serpiştirilmiş gökdelenler; yerin altında modern ulaşım kanalları! “Sokağa çıkmak” tabiri herhalde kalkacak. Tünele girip seyahat edeceğiz, tünelden çıkıp eve döneceğiz! Bir de okulların şehir dışına taşınması var. Gel de nostaljiye kapılma! Benim çocukluğumun okulları, ilk-orta-lise-üniversite, hepsi yürümelik mesafedeydi.

Çelişkiler artıyor ve büyüyor. Bu cümleyi yazarken içimden bir ses diyor ki, “Her tezat, tenâkuz değildir. Tezatlar arasında bir âhenk kurulabilir, kötü olan tenâkuz’dur.” Susuyorum tabii. Bu dil anlaşılmaz! Yaşanır da anlaşılamaz. Şimdi “kültür ve teknoloji” bahsini mi açacağız? Geçelim! Gökdelenlerle yerdelenlerle bu şehrin istiab haddini daha ne kadar artırabiliriz? Sadece yollar yapmak değil, düşünce yolunu da açmak gerekirdi. İstanbul kontrolsüz büyüyor ve biz ona yetişmeye çalışıyoruz. Bu gidişe “hava-ray” da yetmez.

Kaynak : Zaman

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*